Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk-Kürt-Arap kardeşliğine ve ümmet fikrine yaptığı vurgu, bir kesimde alışıldık refleksleri tetikledi. Hemen “hilafet geliyor”, “Sünni blok kuruluyor”, “laiklik tehdit altında” gibi ezberler devreye girdi. Oysa konuşmanın özü, siyasi değil tarihsel ve toplumsal bir hafızaya yapılan göndermeydi.
Evet, “ümmet” bir inanç topluluğudur; ama aynı zamanda ortak değerlerin, ortak tecrübelerin ve müşterek yaşamanın da adıdır. “Ulus” ise modern çağın projesidir; kimliği daha çok dil, ırk ve coğrafyayla tarif eder. Biri öbürünün düşmanı değildir ama biri diğerini iptal ederek var olamaz.
Bu coğrafyada yüzlerce yıl boyunca Türkler, Kürtler, Araplar ve daha niceleri birlikte yaşadı. Sadece aynı devleti paylaşmadılar; aynı sofrayı, aynı acıyı, aynı sevinci, aynı mezarlığı da paylaştılar. Bugün Urfa ile Halep, Mardin ile Musul, Hatay ile Şam arasındaki benzerlikler rastlantı değil; tarihin bıraktığı izlerdir.
Şimdi mesele şu: Bu halklar yeniden ortak bir gelecek kurabilir mi? Kültürel, ahlaki ve insani bir birliktelik mümkün mü?
Buna “evet” diyorsak, bu fikri kimin dile getirdiğine bakmadan; doğruya doğru, yanlışa yanlış diyerek konuşmalıyız.
Sorun ümmet kelimesi değil; birbirine düşman gibi sunulan halkların aslında aynı hikâyenin kahramanları olduğunu unutmuş olmamızdır.





