2025’teyiz. Uzay teknolojilerine yatırım yapan ülkeler Mars’a üs kurma derdinde, yapay zeka artık bir masaüstü strateji oyunu gibi hayatımızın her köşesinde.
Peki biz? Hâlâ “Din elden gidiyor” ile “Laiklik tehlikede” ekseninde dönen bir ideolojik sabah sporu yapıyoruz.
Kemalizm diasporası, son yıllarda iyice dijitale taşındı. X’te (eski adıyla Twitter) “#Atamİzindeyiz” furyaları, YouTube’da mini belgesel sofraları, forumlarda entelektüel tartışma sanılan “ezber döngüleri”… Kemalizm kendini hâlâ bir tür kültürel kuşatma altında sanıyor. Biri minare gölgesi görse “Teokratik komplo” diye başlık açacak. Biri Allah dese “Ortaçağ gericiliği” diye etiketleyecek…
Oysa Müslümanlar için sahne değişti. 1920’lerin “susturulmuş avuç içi” değil, 2020’lerin “kendini ifade eden bilinçli yüzü” var artık. Bugünün Müslüman entelektüeli, “Başörtüsü yasaklandı mı?” tartışmasını geride bıraktı; artık kapitalizmin içinde var olan Müslüman öznenin konumunu sorgulama safhasına çoktan geçmiş durumda.
Kuran okurken Heidegger de okuyor, medreseyle Harvard’ı aynı raflara yerleştiriyor.
Baktım mesela geçen gün bir genç konuşuyor:
“Biz kimseden dayak yemedik, kimseye dayak atmayı da düşünmüyoruz. Ama kimliğimizle var olma hakkımızı da kimseden alacak değiliz.”
İşte burada mesele şekil değiştiriyor. Kemalistin korkusu kimlikti, Müslümanın derdi adalet. Ve bu ikisi arasında göğe uzanan bir köprü vardı, bir zamanlar…
Bugün, Kemalizm’in kimi savunucuları kendilerini hâlâ bir “ilericilik” misyonu içinde görüyor. Fakat ilginçtir, bu ilericilik genellikle bir baskı aracına dönüşüyor:
“Müslüman özgür olabilir ama sadece bizim tanımımıza göre.”
E bu noktada sorarlar adama:
Bu laiklik mi, yoksa tek tip modern iman dayatması mı?
Oysa 2025’te Müslümanlar kendilerini yalnızca ibadetle değil, insan haklarıyla, ekolojik hassasiyetlerle, göç politikalarıyla, dijital etikle tanımlıyor.
Bakın, altını çizerek söylüyorum:
Bu ülkede, Hz. Muhammed’i (sav) “önderi”, Şeyh Sait’i “kalbi”, Bediüzzaman’ı “vicdanı” olarak gören bir nesil yetişiyor.
Ve bu nesil, ideolojileri değil insanı merkeze alıyor.
Artık Müslüman olmak, geride kalmak anlamına gelmiyor; aksine, bütün çağların yükünü omuzlamayı göze almak demek oluyor.
Ve unutmayın:
Bu çağın gerçek kazananları, ezberle değil inançla yürüyen, sloganla değil hikmetle düşünen, kökleriyle barışık Müslüman gençler olacak. Çünkü hakikatin sesi her zaman toplum mühendisliğinden güçlüdür.
Fuat Sönmez





